Buhur yakmak veya güzel kokular sürünmek İslâmiyette ibâdet olarak yapılmaz. Ancak güzel kokuları çok seven ibâdet öncesinde mutlaka tütsülenen veya güzel kokular süren Peygamber (sav) Efendimiz Hazretleri bunu ashabına da tavsiye etmiş ve mescitlerde tütsü yakmalarını buyurmuştur. Mekke’nin feth edildiği günde Peygamber (sav) Efendimiz Kâbe’yi zemzem ile gasletmiş ve Ud yağını kâbe duvarına sürmüştür. Hatta o gün Kâbe etrafında buhur yapan bir kadından bahsedilir..
Ud, Hazret-i Ömer (R.A.) zamanında Mescid-i Nebevî’de sistemli olarak kullanılmıştır. Kendisinin azatlı kölesi olan Abdullah El-Mücmîr (Mücmir: Buhur yakıcısı) buhur yakmakla görevliydi. Halîfe hutbe okumak için mimbere çıktığında hutbe bitene kadar buhuru tutarak mescidin tütsülenmesini sağlardı.
İbn Rüşt, kendi yaşadığı devirde buhurun daha çok saraylarla konaklarda halife ve beyler tarafından kullanıldığını, bazen de cami ve mescidlerde yakıldığını söylemektedir.
XII. yüzyıl seyyahlarından İbn Cübeyr, ramazan ayında Mekke’de kıldığı bir namazdan bahsederken camide bol miktarda buhur yakıldığını açıklamakta, XIII. yüzyılda ise Mevlânâ duayı buhur dumanına benzetmektedir. Buhur İslâm’ın ilk asırlarından itibaren özel olarak kullanılmasına devam edilmiştir.
İslâm dininin yayılmasıyla birlikte Asya Türklerinin Anadolu’da kurmuş oldukları Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde buhur kullanımı özellikle dini törenlerde ve toplantılarda gelenek halini almıştır.